Yarınlarımız, gençliğimize bağlıdır. Gençler, umut, sevgi ve geleceğe saygının göstergesidir. Gençliğimize ve gençlerimize değer vermek gerekir.
Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) “İstatistiklerle Gençlik 2018” araştırmasına göre Türkiye nüfusunun % 15,8’i gençlerden oluşmaktadır. Ülke olarak Avrupa ülkeleri arasında en genç nüfusa sahip ülkeyiz. Bu durum gelecekte ülke olarak avantajlı durumda olduğumuzu göstermektedir. Nüfusun önemli bir oranını gençlerin oluşturduğu bir ülkede gençlerin; yaşadıklarını, yaptıklarını, yapamadıklarını, yapmak istediklerini, başardıklarını, başaramadıklarını ve hayallerini sorgulamakta fayda vardır.
Gençlerimizin eğitim süresi uzunca bir zaman alıyor. Yeni eğitim sistemimize göre 6 yaşında eğitime başladıkları andan itibaren gençler; ilköğretimde 8 yıl, ortaöğretimde 4 yıl, üniversitede 5 yıl ve yüksek lisans eğitiminde 3 yıl olmak üzere toplamda 20 yıl eğitim görerek 26 yaşına gelmiş oluyorlar. İnsan ömrünün ortalama 72 yıl olduğunu kabul edersek gençler neredeyse ömürlerinin 3te 1’ini eğitim süreci ile geçiriyor. Kalan yarısını ise çalışma hayatı ve iş bulma çabasıyla geçiriyor. Gençliğin en büyük sorunlarından biri de iş bulma ve hayatını kurma düşüncesi ve çabasıdır. Bu süreci aksatmadan sürdürebilen genç şanslı sayılıyor ve başarılı olarak adlandırılıyor. Tabi ki bu noktaya gelmeden önce anasınıfından itibaren başlayan sınavlarla, yarış atı misali bir maraton koşusunda koşturmakla geçiyor. Ebeveynler, gençleri sınav yarışına sokarak rekabet ve kıyaslama ile gençleri gerçek hayattan koparıyor, yoruyor.
Doğal olarak her canlı gibi insanoğlu da neslinin devamını ister. Ebeveynler de çocuklarının hayatta başarılı olmalarını ister ve bekler. Bu sebeple ebeveynler ve gençler arasında istenmeyen sorunlar ortaya çıkar. Kuşaklar arasındaki çatışma tarih boyunca bitmemiştir ve bitmeyecektir. Ebeveynler; “ben okumadım çocuğum okusun”, “ben yaşamadım çocuğum yaşasın”, “ben gezemedim çocuğum gezsin” düşüncesiyle her imkânı kolayca sunar oldu. Ve sonuç tabi ki kimseyi memnun etmiyor. Korumacı ve kollayıcı aileler, gençleri daima hazıra alıştırıyor. Aileler baston misali gençlere hep destek oluyor, payanda oluyor. Buna alışan genç, büyüyüp kendi başına kalınca ne yapacağını bilemez, yaşamla baş edemez ve hep o bastonu, arar durur hale geliyor.
Bunun yanı sıra ebeveynler de, gençliğinde yapmak isteyip yapamadıklarını çocuklarında başarma arayışına girerler. Geçmişte neleri başaramadılarsa çocukları üzerinden geçmişteki hatalarını, eksiklerini restore etmeye çalışırlar. Restorasyon aslı gibi olmaz. Restorasyon, eskinin ayakta kalabilmesi için uygulanan bir onarım türüdür. Restorasyon ilkelerinde bazen aslına benzetme çabası esas alınır, ancak yapı eskisi gibi olmaz. Çünkü zaman, özgün olan mevcudu yıpratmış ve eskitmiştir. Yeni yapılan eskisine benzemez. Kötü bir imitasyon ortaya çıkar. Kısacası sonradan yapılan, aslı gibi olmaz. Her dönemin kendine özgü bir karakteri vardır. Onun için dönemin özelliklerini korumak ve anlamak gerekir. Yoksa eski ve yeni birbirine karışır, ayırt edilemez, eski de yeni de zarar görür. Bütün değerini yitirir. Gençler, ebeveynlerin tamir ve tadilat yeri değildir…
İnsanoğluna hayatı, yaşı değil yaşadıkları öğretir. Yaşanmayınca bilemez. İnsan kendi yaşadıklarını bilir. Nerden bilsin başkasının yaşadıklarını? Onun için yaşamak lazım gelir.
Anadolu’da bir söz var; “Sen ağa, ben ağa, inekleri kim sağa?” Herkes yesin, içsin, yatsın ama işler yürüsün gitsin, bitsin. Mümkün müdür sizce?
Hayata bağışıklık sistemini geliştirmemiş gençler, yaşamla mücadelede direnç göstermekte zorlanıyor. Zorluklara direnemez hale geliyor. Hayallerini hep birileri kursun, isteklerini birileri karşılasın diye bekliyor. Hâlbuki ülkemizde gençlere 18 yaşında seçme ve seçilme hakları verilmiştir. Ancak, aynı gençlere ebeveynler, kendi haklarını aramakta ve kullanmakta söz hakkı dahi vermiyor. Büyük Atatürk; “Bütün ümidim gençliktedir.” diyerek gençlere olan güvenini ve umudunu dile getirerek 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı’nı gençlere armağan etmiştir. Bayramınız kutlu olsun gençler…
Gençler özgür bırakılarak sorumluluklar mümkünse erken yaşta verilmelidir. Erken yaşta sorumluluk alan gençler, hayata erken başladığı için daha başarılı olur. Küçük yaşta aileye yardım etmek, yaşamın her alanına yayılan bir sorumluluk duygusu aşılıyor. Prof. Dr. Acar Baltaş’ ın da tespit ettiği gibi; kırsalda küçük yaştaki çocuklar, üzerine düşen işleri yaparak ailelerine yardımcı olur. Köyde kuzu güder, su taşır, küçük kardeşini avutur, üzerine düşen görevleri yerine getirir ve bundan da hiç şikâyetçi olmaz. Hayatın gerçekleriyle erken yaşta yüzleşir ve bu gerçeklerle baş edebilmek için; çalışır, çabalar, kendine bir yol bularak üstesinden gelebilmeyi öğrenir.
Yaşam boyunca bir hedefe ulaşmak için başarılı olmak isteyen gençler; çalışacak, çabalayacak, taşın altına elini sokacak ve hayatın üstesinden gelecek. Taşın altına elini sokmazsa olmaz. İş bulmak değil, iş kurmak önemlidir. Hazırda iş bulunmaz. Yapılacak çok ama çok işler ve aşılacak çok engeller var. Bütün bunlar siz gençleri bekliyor. Siz gençler; geleceğimiz, umudumuz ve onurumuzsunuz. İstikbal sizlerin elindedir. Korkmayın gençler…!
Hz. Mevlana’nın dediği gibi; Her şey üstüne gelip seni dayanamayacağın bir noktaya getirdiğinde, sakın vazgeçme! İşte orası kaderinin değişeceği noktadır.
Sakın vazgeçmeyin…!
Bahtınız açık, yolunuz aydınlık olsun. Sevgilerle…
GENÇLİĞİMİZ, GENÇLERİMİZ
Share: