Yaşadığımız bu günlerde şehirler sessiz, sakin ve boş… Şehrin uğultusu ve gürültüsü yok. Şehirde kimsecikler kalmadı sanki. Pandemi döneminde şehirleri boş ve sessiz görmek herkesin ilgisini çekiyor. Peki biz şehirleri böyle görmek için mi oluşturduk da bu hali cazip geliyor? Anlamadık…
İnsanlar hayallerle ve ümitlerle köylerden kentlere göç ettiler. Kimileri iş bulma hevesiyle, kimileri tahsil için, kimileri de köy hayatından sıkılıp şehirli olabilmek için köylerini bıraktılar. Aslında köy hayatı kentlere taşındı. İnsanlar çatı aralarında ya da sığınaklarda koca koca hayvanlar besleyerek, binaları çiftliğe çevirdi. Şehirde aradığı köy yaşantısını bulamadı.
Ne şehirli olabildik, ne de köylü. Arada kaldık. Dışarıda köy kahvaltısı yapar; köy ekmeği, köy tavuğu ve organik yumurtayı arar hale geldik. Köye de dönemedik, kentte kaldık. Peki şehirlere ne oldu?
Şehirleri, şehir kültürünü anlamadan tükettik.
Şehirleri doğanın güzellikleri arasına suni bir biçimde kurduk. Binaların manzarası ve mevkisi güzel olsun istedik. Koca koca binalar yapıp şehrin siluetini bozduk. Yüksek binalarda 15. kattan sonra pencere bile açılamaz. Sözde steril hayatlar üretirken hava kirliliğinden karşıdaki binayı göremez olduk. Aşırı tüketim sonrası karbon salınımı çok arttı, çevre kirliliğine sebep oldu. Suni iklimlendirme ile evleri, ofisleri AVM’leri havalandırdık. Hobi olsun diye de park ve bahçeler yaptık. Yapay yeşil alanlar oluşturduk. Refüjleri ve alt geçitleri mevsimlik çiçeklerle bezedik; rengarenk güllerle, lalelerle süsledik…
İlber Ortaylı, şu sözleri sarf ediyor;
“Şehirlerin büyümesine dikkat edeceğiz. Ben inşaatçıları çok severim, inşaat yaparım, öyle bir şey olmuyor maalesef artık. Çünkü inşaatlar tabiatın bitki örtüsünün, coğrafi düzeninin üzerine yürümemek zorunda. Yoksa gezegen size terbiyesini veriyor.” Bizler doğayı terk ediyoruz. Sonra yapay mekanlarda doğayı yaşatmaya çalışıyoruz. Koca binalarla tabiattan uzaklaşıyoruz, hatta onun cömertliğine karşı ona ihanet ediyoruz…
Halbuki tabiatla kavga edilmez, tabiat bize dersini verir. Bugün de tabiatın bizlere vermiş olduğu dersi aldık sanırım…
Bugün insanların olmadığı parkları hayvanlar kullanıyor. Yabani hayvanlar sokaklara indiler. Hayvanlar şehirlerde; domuzlar Bodrum Alaçatı’da, kediler parklarda bankların üzerinde, yunus balıkları İstanbul boğazında martılarla dans ediyor. Kuşlar daha sesli ötmeye başladı. Kuş seslerini yeni duyar olduk. Boğaz manzarasının keyfini kediler çıkarıyor. Şimdi, kedilerin yerinde olmayı kim istemez ki?
İnsanın elini çektiği yerde hava temizlendi. Öyle ki İstanbul’dan Uludağ göründü. Şehir içindeki park, bahçe refüj gibi yeşil alanları doğal bitkiler sardı. Laleler kayboldu, zoraki peyzaj bozuldu. Çevrenin makyajı bozuldu, suni ve yapmacık ne varsa yok oldu. Pandemi döneminde doğa gerçek yüzünü gösterdi.
Her canlı kendi ekosistemiyle birlikte şekillenir.
Tehlike anında, hayvanlar korkar ve kaçar. İnsanlar ise düşünür, sorar, sorgular ve çözüm arar. İnsan inancı gereği sorumludur. Çevresine, ailesine ve tabiatta karşı sorumluluk hissetmelidir. Çünkü sorumlu olmazsak hak da talep edemeyiz.
Hindistan’ın kurucusu Mahatma Gandhi’nin annesine sormuşlar; “Nedir bu hak?” , “Her hak sorumluluk getirir,” demiş; “yoksa o hak değildir.”
Haklarımızın temelinde birbirimize karşı sorumluluklarımız var. Birbirimize saygı duyarak bir arada yaşamayı öğrenmemiz gerekiyor.
Pandemi günlerinde insanlığın, sağlığın değerini ve anlamını daha iyi anladık. İnsanın temel duygusu; sevmek, sevilmek, anlamak ve anlaşılmaktır.
Birbirimizi bundan sonra daha iyi anlamalıyız. Birbirimize destek olmalıyız. Bugüne şükretmeliyiz. En önemlisi bir arada yaşamayı öğrenmeliyiz. Modern çağ her ne kadar bizi bireyselleştirse de biz kültürümüz ve tarihimiz gereği bir arada yaşama ihtiyacı duyarız.
Şimdi korona bizi kendimizle baş başa bıraktı. Evde kalarak iç dünyamıza dönmemiz ve kendi muhasebemizi yapmak için bize fırsat tanıdı. Bakarsınız biz de doğal halimize ve özümüze döneriz.
Bir bakmışız ki ansızın çiçek açmış umutlar…
Esenlikle ve sağlıcakla kalınız…