Arapça ’da mevt, vefat ve helâk gibi kelimelerle ifade edilen ölüm; yaşamın karşıtı olup “hayatın sona ermesi” anlamına gelmektedir. Genellikle “ruhun bedenden ayrılması suretiyle kişinin dünyevi hayat kaynağını yitirmesi” şeklinde tanımlanan ölüm ve ölüm sonrası hakkındaki algılama, inanış ve uygulamalar kültürden kültüre, devirden devire değişmektedir.

Ölümün çok dokunaklı bir uyarıcı olduğu sözü eskiden beri tüm toplumlarda genel kabul görmüştür. İnsanları mânevî bir hastalık olan gafletten kurtarmak amacıyla, ölümü bir uyarıcı olarak kullanma yöntemi ilâhî ve nebevî beyanlarda yer almaktadır. “Ölümün var olduğunu bilmek, yaşamı daha anlamlı hale getirmektedir.” Dolayısıyla bir cenazeye katıldığımız zaman hepimizi derin bir hüzün kaplaması ve hayatımızı sorgulamaya başlamamız, ölümün bizlere bir uyarıcı olduğunun göstergesidir.

Yaşamın amacı, ölümdür…” Sigmund Freud

Öldükten sonra cenazeye karşı yapılagelen görevler arasında yer alan defin işlemi, İslâm’ın insana verdiği değeri gösteren dinî bir görevdir. Cenaze namazı gibi bunun da farz olması, bu görevin herkes tarafından olmasa bile toplum adına bir grup veya kurum tarafından yerine getirilmesi gerektiğini gösterir.

Arapça ‘da kabr (kabir) “ölünün gömüldüğü yer” ve makber ise “kabirlerin bulunduğu yer” anlamına karşılık gelmektedir. Türkçe ’de kabirle eş anlamlı olan mezar ise, özellikle ziyaret edilen önemli kişilerin kabirlerini (ziyaretgâh) ifade etmektedir.

Kabirle ilgili inançların tek ortak noktası, ölmüş bedenden bir an önce uzaklaşma isteğidir. Hangi inançta ve inanışta olursa olsun ölü beden ya yakılır ya gömülür ya da toplumdan uzak bir yerde muhafaza edilir. Ayrıca kabirlerde kullanılan mezar taşlarının simgesel anlamı, toplumun yapısında önemli bir fonksiyon üstlenmiştir. Her bir mezar taşına semboller ve anlamlar atfedilmiştir. Kabirler bir yandan öteki dünyaya açılan kapılar, diğer yandan ölümü hatırlatan âbideler hüviyetine bürünmüştür.

Mezar taşları ölen insanların, geçmişten geleceğe mesajlarını ileten önemli bir öğe olarak görülmektedir. Türk islam toplum yaşamında dönem dönem mezar taşı yapısı ve cenaze işlemleri değişim göstermiştir. Orta Asya’da kabirlerde kullanılan balbal ve damgalı taşlar, İslamiyet’le birlikte yerini mezar taşı formlarına bırakmıştır. Türk toplumu yazının yaygın kullanımından sonra kitabe biçiminde mezar taşını “Ahlat Mezar Taşları” nda kullanmıştır. Osmanlı döneminde ise; mermer üzerine işlenen simgeler, semboller, sarıklar ve fesler biçiminde kültürel anlam içeren mezar taşları yapılmıştır.

Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de mezarlıklarında ise; mezar taşlarının mezarda yatan insanların son halini, hangi mesleği icra ettiğini ve nasıl olmak istediğini gösteren birebir ölçeğinde heykeltıraşlar tarafından insan figüründe tasvir edildiği görülür. Her bir mezar taşı diğerinden farklı yapılmıştır. Mezar taşları, kimi granit mermer üzerine resim, kimi kumlu taş üzerine işlenmiş heykel figürlerden oluşuyor. Sanki topraktan fırlarcasına yansıyan mezar taşları üzerindeki bu figürler Rus ve Türk inanç-kültür karışımının motiflerini oluşturuyor.

Avrupa ülkelerindeki mezar taşlarına baktığımızda ise; yerleşim yerlerinin dışında yeşil alan içinde yer alan mezarlıklarda basit, sade bir mezar taşı üzerinde kısa kimlik bilgileri yer alıyor. Mezar taşlarının birinin diğerinden farkı yok ve birinin diğerinden de bir üstünlüğü de yoktur. Bakıldığı zaman İslam’ın sadeliği benimseyen, gösterişten uzak öteki dünyaya açılan kapı anlayışına da uygun olduğu görülüyor. Hristiyan toplumlarda böylesine sade, sakin birbirine benzeyen yeşil alan içindeki mezarlık yerlerinin ve mezar taşlarının da zamanla hiç değişmediği görülüyor.

Sana eşitlik nedir söyleyeyim; herkes öldüğünde eşittir…” Sefiller

Sene 1990 da, bir gün çocuklarımla beraber Şems-i Tebrizi Hazretlerinin cami ve türbesinin çevresindeki parkta otururken yanımıza Fransız turist bir kadın geldi. Bir elinde fotoğraf makinesi, diğer elinde tuttuğu bir fotoğraf vardı. O fotoğraf da olan yeri aradığını ve bulamadığını söyledi. Siyah-beyaz olan o fotoğrafa baktığımda 50 yıl öncesinin Şems Camii, kümbeti ve çevresi olduğunu anladım. Öncelikle fotoğrafa bakıp hayretler içerisinde; turist kadına dönerek mahcup bir şekilde “fotoğrafta gördüğünüz yer, şu an içinde bulunduğunuz yerdir” dedim. Geçmişle kopan bağımız, tarihimizin izlerine sahip çıkmayışımız ve kendimizi bir yabancıya anlatamam beni mahcup ve ezik duruma düşürmüştü.

Tarihi mezarları, mezarlıkları ve mezar taşlarının nerede olduğunu bilen var mıdır..?

Selçuklu ‘dan Osmanlı devletine kadar birçok medeniyete ev sahipliği yapmış Konya’da mezarlıklar, yerleşim yeri merkezinde yer almaktadır. Tapu kayıtlarında ve fotoğraflarda da Mevlâna Türbesi, Şems Hazretlerinin türbesi civarında, Muhacir pazarı vb. gibi çok yerde mezarlıkların olduğu bilinmektedir. Ancak Muhacir Pazarının yerinde ve Şems Hazretinin yakınında yer alan vb. eski mezarlıklar ve mezar taşları, ilgisiz ve bakımsız bırakılarak zamanla kaybolmuştur

Anadolu Selçuklu döneminde başkent ve Osmanlı devletlerinden bu yana sosyal ve kültürel anlamda en zengin şehirlerinden biri olan Konya; geçmişinden gelen kültürüne, geçmişin izlerine ve mezar taşına bile sahip çıkamamıştır. Geleceğin nesli çocuklarımız dedelerinin mezar taşlarını bulamaz ve taşında ne yazdığını okuyamaz olmuştur.

Toplumsal inanç ve tarihi hafızalarını kaybeden milletler; özlerini, kültürlerini ve manevi kimliklerini kaybederler. Milli ve dini hafızamız, geçmişle gelecek arasındaki bağı kuran mezarlıklara ve mezar taşlarına sahip çıkarak ve korunarak sürdürülebilir.

Bugün sorun ise, yerleşim merkezinin arasında kalan Musalla ve Üçler Mezarlıklarının dolması nedeniyle artık defin işlemlerine de kapatılmış olmasıdır. Yarın ise, mezarlıkların ve mezar taşlarının nerede ve ne olacağı meçhuldür.

Geçmişini iyi bil ki geleceğe sağlam basasın. Nereden geldiğini unutma ki, nereye gideceğini unutmayasın…” Hz. Mevlâna

Saygılarımla…