İpek, ticareti en fazla yapılan ürünler arasında başta olmak üzere; porselen, kağıt, baharat ve değerli taşların taşınmasını sağlayan İpek Yolunun dünya tarihindeki en önemli rolü, Doğu ile Batı arasındaki ticari ve kültürel köprüyü kurmasıdır. Batı medeniyeti bu sayede yeni ufuklara yelken açmıştır. Bu yol üzerinde yer alan diğer medeniyetler de birbirleriyle daha köklü iletişimler kurmuşlardır.
Çinlilerden Mısırlılar, daha sonra da Romalılar, milattan yüzyıllar önce ipek satın almayı gelenek haline getirmişlerdir. Ulaşım kervanlarla sağlanmış ve bu uzun kervan yolları zaman içinde adını ipekten almıştır.
Rivayete göre; M.Ö. 2640 yılında, Çin İmparatoru Hoangti, saray bahçesinde bir tırtılın dut yaprağı yediğini ve koza ördüğünü görür. İmparator, bu tırtıl ve kozayı inceleme görevini Kraliçe XiLingShi’ye verir. Kraliçe çay fincanına düşerek yumuşayan kozadan ipek ipliğinin elde edilebileceğini keşfeder ve ipeğin günümüze kadar devam eden müthiş serüveninin böylelikle başladığı düşünülür.
Medeniyetler arasında köprü görevi kuran, adını ticaret yollarına yazdıran ipek; ipekböceği tırtılından elde edilen, naylondan 2 kat esnek ve demirden 8 kat kuvvetli bir mucizenin adıdır. Dünyadaki ipek üretiminin başlıca kaynağı, ipek böcekleridir. İpek böceklerinin larvalarını korumak amacıyla etraflarına ördükleri kozalar, ipek liflerinden oluşur. Günlük hayatta kullandığımız ipek, bu kozalardan elde edilir. İpek böceği, dut yaprağıyla beslenir, önüne ne kadar dut yaprağı koyarsanız hepsini yediği bilinir. Sonra maharetini sergilemek üzere, kendine bir bölge belirleyip her noktasına işaretler koyar. Bu noktaları birleştirerek duvarlarını yükseltir, 3-8 gün süreyle yaklaşık 300.000 kez dönerek kozayı oluşturur ve nihayetinde kendi eserinin içine kendini kapatır.
Böcek deyip geçmemek lazımdır. Tırtılın kendi ağırlığının kat kat fazlası dut yaprağını tüketmesi ve tükettiğini de ipeğe çevirmesi onun mucizesidir. Tüm canlıların kendine has mucizeleri vardır, dış görünüşüne bakıp hiçbir canlıyı hor görmemek lazımdır.
“Çirkin diye tırtıllar ezilirse, kelebekleri asla göremezsiniz.” Anonim
İnsanoğlu da böyle değil midir? Doğumundan başlayarak ölünceye kadar türlü süreçlerden geçer. İpek böceği misali, dünyada ne varsa kendi çabası ölçüsünde etrafında toplar, tecrübe eder durur. Dut yaprağı yer gibi her ne varsa istediğini yer tüketir, doymaz. İnsanoğlu da dünyayı sardıkça başının etrafına, kendi ağını örer durur ve kendini o kozaya hapseder.
İpek böceği de kendine yuva yapıp süsler, insan da. İkisi de yuvasından vazgeçmez. İpekböceği, kendi eserinin nasıl esiri ise, insan da mal, mülk ve lüksün içinde doymazlığının esiridir.
İpek Böceğinin kozayı ördükten sonra dışarıya çıkmasına izin verilmez. Sonra, uğruna canını verdiği kozasıyla birlikte kaynar suya atılır, üzerinden dünyası sıyrılır. Tüm canlılar gibi İpek Böceği de iç güdüsüyle öleceğini bilerek durmadan üretir. Öyle ki onun ölümü dahi fayda sağlar.
Peki ya insanoğlu?..
Kaç insan asıl görevini gerçekleştirmek, insan olma amacına hizmet etmek için insan gibi yaşamayı seçer? Canlılar arasında düşünme yetisine sahip olan tek varlık insan; bazen kendi kozasını yırtıp atıp kelebeğe dönüşür. Bazen de kendi dokuduğu kozası içinde hapsolup kalır. Ama yine de amacı doğrultusunda bir mücadele halindedir.
Şems’in dediği gibi “Hayat bu bir bakarsın her şey bir anda son bulur. Hayat bu, son dediğin anda her şey yeniden can bulur.”
Yaşamın amacı ve anlamı nedir sizce? Kelebek olup uçmak mı, koza da kalıp ipek olmak mıdır?
Sevgilerimle…